Bazı hikâyeler vardır; sadece anlatılmaz, hissedilir. Bugün sizlerle öyle bir hikâye paylaşmak istiyorum — inanç, inkâr, sevgi ve aklın kesiştiği bir hikâye. “Münkir kime denir?” sorusuna cevap ararken, belki hepimizin içinde yankılanan küçük bir şüpheyle yüzleşeceğiz.
Rüzgârın Söylediği: Münkir Kime Denir?
Soğuk bir akşamüstüydü. Dağ köyünün tepesinde rüzgâr, kararmaya başlayan gökyüzünü ürpertiyle karıştırıyordu. Ali, ellerini sobaya uzatırken sessizce, “İnsan bazen neye inanacağını bilemiyor,” dedi. Karşısında oturan Elif, gözlerini penceredeki sisli manzaradan ayırmadan cevap verdi:
“İnanmak, görmek değildir Ali. Görmeden de hissedebilmek bazen daha derin bir bilgidir.”
Ali, köyün öğretmeniydi. Analitik düşünen, her olaya mantıkla yaklaşan bir adam. Elif ise köyün sağlık görevlisi; insanlarla kurduğu bağ, kelimelerden çok duygularla işliyordu. O akşam ikisi de köyde yaşanan tuhaf bir olayı konuşuyordu: Genç bir adam, camide imamın anlattıklarını “akıl dışı” bularak reddetmişti. “İnanmıyorum,” demişti açıkça. “Görmediğim şeye neden inanayım?”
İşte köyün içinde yankılanan bu cümle, Ali’nin de zihninde bir çatlak açmıştı.
İnkârın Sessizliği
Ertesi gün Ali, o genci, Murat’ı buldu. Karla kaplı tarlaların ortasında yalnız başına yürüyordu.
“Murat,” dedi sakin bir sesle. “Dün söylediklerin doğru olabilir… ama biraz aceleci değil misin?”
Murat başını kaldırmadan, “Ben sadece gerçekleri görmek istiyorum,” dedi.
Ali’nin gözleri derinleşti. “Gerçek bazen gözle değil, kalple görülür. Fakat kalbin gözüne inanmıyorsan, en berrak su bile bulanık görünür.”
Elif bu konuşmayı uzaktan izliyordu. O an anladı: Münkir, sadece Tanrı’yı reddeden değil; görmeyi reddeden kişiydi.
Münkir, hakikatin varlığını değil, kendi içindeki ışığı inkâr edendi.
Bir Kadının Kalbiyle Görmek
O akşam Elif, köy meydanında toplanan kalabalığa sessizce yaklaştı. İnsanlar Murat’ın sözlerini konuşuyordu: “Günah işlemiş,” diyorlardı. “Kafir olmuş,” diyorlardı. Elif araya girdi:
“Belki de sadece korkuyor,” dedi. “Korku, insanı inkâra sürükler. Bazen en güçlü inanç bile bir kırgınlığın ardında saklıdır.”
Bu sözler kalabalığı susturdu. Çünkü herkes, bir zamanlar bir şeye inanmayı bıraktığı o anı hatırladı.
Bir dostu, bir sevgiyi, bir umudu…
İnanç sadece dini bir mesele değildi artık; insana ve yaşama dair güvenin adıydı.
Bilim, İnanç ve İnsan Zihni
Modern psikolojiye göre, inkâr (denial) insan zihninin savunma mekanizmalarından biridir. İnsan, bazen gerçeği kabullenmekte zorlandığında onu reddeder; bu, bilinçaltının bir koruma refleksidir. Münkir de aslında bu psikolojik mekanizmanın bir yansımasıdır:
Gerçeği tamamen yok saymaz; sadece onunla yüzleşmeyi reddeder.
Ali’nin gözünden bakarsak, bu rasyonel bir davranıştır — “kanıt yoksa, inanç da yok.”
Elif’in gözünden bakarsak, bu duygusal bir yaradır — “kalp kırıldıysa, iman susar.”
İşte insan tam da bu iki kutup arasında yürür: Akıl ve kalp. İkisi de yanıldığında, münkirlik başlar.
Bir Anlayışın Doğuşu
Günler geçti. Köydeki tartışmalar dindi. Bir sabah Murat, Ali’nin dersine geldi. Elinde eski bir kitap vardı; kapağında sadece şu yazıyordu: “Bilgi, inançla tamam olur.”
“Özür dilemeye geldim hocam,” dedi. “Belki ben de çok keskin konuştum. Ama artık anlıyorum… İnanmamak değilmiş mesele. İçimdeki boşluğu reddetmekmiş.”
Ali gülümsedi, Elif’in sessizce onları izlediğini fark etti.
O an üçü de aynı şeyi düşündü: Münkir, sadece Tanrı’yı inkâr eden değil; kendini duymaktan kaçan insandır.
Kalpten Bir Sonuç
“Münkir kime denir?” sorusunun cevabı, artık onların hikâyesinde saklıydı.
Münkir, gökyüzündeki yıldızları inkâr eden değil; ışığın gözünü almasına izin vermeyen kişiydi.
Bir erkek, aklıyla inkâr eder; bir kadın, kalbiyle anlar. Ama her ikisi de aynı hakikate varır:
İnanç, kanıttan değil; cesaretten doğar.
Okuyucuya Soru
Sen hiç bir şeyi görmediğin hâlde hissettin mi?
Hiç “inanmam” dediğin bir anda, kalbinin derininden gelen o sıcak sesi duydun mu?
Belki de hepimiz biraz münkiriz — ta ki, içimizdeki sessiz inancı yeniden bulana kadar.